AYNALAR
“TÜRKAN SULTAN”

"Onlar aynalardır...

... içinde kendi suretlerimiz yansır..."

Ahmet Oktay

Kimi insanlar vardır; hayatlarınızın birbirine ilk dokunduğu günü asla unutamazsınız. Çünkü bilirsiniz ki, o dokunuştan sonra hayatınız bambaşka bir seyir izler. O andan itibaren daha bir çoğalır, yenilenir, gelişirsiniz. 

İşte Can Dündar da benim hayatımda böyle biridir. Yıllarca birlikte çalıştık ve ben O’na hep “Hocam” diye hitap ettim. Hep gurur duydum birlikte yaptığımız işlerden, paylaştıklarımızdan... 

Hep imrendim, O’nun hem çok iyi bir gazeteci, hem de çok iyi bir belgeselci olmasına... 

Kimselere benzemeyen kafasının işleyiş biçimi, sözcüklerle şiir gibi metinler yazma becerisi, yanından hiç ayırmadığı not defterlerinde birbirinden güzel belgesel konuları biriktirmesini çoğu zaman şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla izledim.

1994 yılının son aylarında Can Hocam kafasındaki bir belgesel fikrini bizlerle paylaştı: “Aynalar”... 

 


‘Aynalar’, Türkiye'nin son 40 yıllık modernleşme serüveninin hikayesi idi.

Bizim hikayemiz.

Sevdiğimiz kadınların, beğendiğimiz erkeklerin, giydiğimiz elbiselerin, söylediğimiz şarkıların, değiştirdiğimiz-değiştiremediğimiz yaşam tarzımızın, kültürel arayışımızın hikayesi...

Toplumlar her dönem, dönemin özelliklerine göre kendi yıldızlarını yaratır. Bu yıldızların hayatına bakarak dönemi ve toplumu okumak, anlamak mümkün olur.

Yıldızlar bir anlamda hikayelerimizin yüzlerine yansıdığı, toplumun "aynası"dır.

İşte bu yıldızlar 40 yılda sevdiğimiz, nefret ettiğimiz, özlediğimiz, korktuğumuz, özendiğimiz, söylediğimiz, sakladığımız ne varsa hepsinin ya sebebi, ya tanığı, ya konusu olmuş, bize parıltısı sönmeyen ‘Aynalar’ tutmuşlardır...


Aynalar belgesel dizisi de böyle bir noktadan hareketle hazırlandı. Önce Türkiye'nin 1950-1960'lar popüler kültürü ele alındı. Bu dönem;

* Türkan Şoray

* Yılmaz Güney

* Ajda Pekkan

* Orhan Gencebay

* Zeki Müren üzerinden incelendi. Bu proje ile yıldızlar ve aynası oldukları toplum ve popüler kültür masaya yatırıldı.

Belgeselin basın bildirisinde ilk beş bölüm şöyle tanıtılmıştı:

“5 bölümden oluşan ‘Aynalar’, dar anlamda son 40 yılda yetiştirip, başucumuza resimlerini astığımız bu 5 insanın yaşam öyküleridir. Ama aslında aradığımız şey, onların aynasından bakınca gördüğümüz kendi suretlerimizdir.

Türkan Şoray'ın baygın bakışları ve buğulu gözleri, son 100 yılda beğendiğimiz, sevdiğimiz, aşık olduğumuz kadınların bir ortak paydasıdır. O yüzden, herbir filminde, evdeki aile albümü kadar yakındır bize...

Zeki Müren, koca bir toplumun Osmanlı'dan bugüne geçirdiği müzik serüveninin bir yansımasıdır aslında. O'nun dilinde yıldan yıla değişen, bazen eğlenen, bazen inleyen nağmeler, bir toplumsal psikolojinin sesleridir.

Aynı şekilde Orhan Gencebay'ın hayatı, büyük kentlere göçen tüm bir taşranın da hayat hikayesi değil midir?

Ajda Pekkan'ın tarzını kazıdığımızda bilinçaltımızın derinliklerinden geleneksel Batı hayranlığımızın izlerine ulaşırız.

Yılmaz Güney, bizim değişen "jön" anlayışımızın da işaret fişeğidir aynı zamanda. ‘Altın Çocuk’lardan ‘Çirkin Kral’lara geçişimizin habercisidir.

‘Aynalar’ işte bu yüzden salonumuza resimlenin astığımız kendi portrelerimizdir. Onlar bizim popüler kültür tarihimizin ölümsüz kahramanlarıdırlar...

‘Aynalar’a bakanlar orada kendilerini görürler...”


Sonra 1970-1980'ler;

* Sezen Aksu

* Kemal Sunal

* Tanju Çolak

* İbrahim Tatlıses

* Ahmet Kaya üzerinden anlatıldı.

Belgeselin ikinci dilimi, hazırlanan basın bildirisinde şöyle tanıtıldı:

"Yıldızlara bakarak Türkiye'nin tarihini anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Her bir yıldız, farklı bir Türkiye'yi tanıttı bize... Ve tümüne birden baktığımızda yıldızlardan yapılmış nefis bir mozaikle karşılaştık. 10 bölümlük ‘Aynalar’ işte o mozaiğin resmidir. 3 kuşağın bir arada zevkle izleyeceği bir belgeselle çıkıyoruz izleyicinin karşısına...

Her kuşak, içinde kendinden bir şeyler bulacak ve her kuşak kendisiyle ve diğerleriyle hesaplaşacak...

O 10 insanın yüzlerine yansıyan bir toplumsal hayat hikayesi bu... kimi zaman acıklı, kimi zaman gülünç... siyah-beyaz başlayıp, giderek renklenen bir serüven... Yol boyu bizi de değiştiren bir uzun yolculuk..."

Projenin üçüncü ayağı 1990-2000'ler olacaktı. Aynı ekip bu dönem için araştırmalara başladı ama proje tamamlanamadı.


Aynalar belgesel dizisi 1995-1996'da Show TV'de yayınlandı. Can Dündar'ın sunduğu program tekrar yayınlarla çok geniş kitlelere ulaşma şansı buldu ve iki yıl üst üste Altın Kelebek En İyi Belgesel Film Ödülü’nü kazandı.

Projenin hazırlık aşamasında dönemin bütün gazete ve dergi arşivi tarandı, sinema filmleri ve fotoğraf arşivleri elden geçirildi.

Can Kozanoğlu projenin 1970-1980'ler bölümlerinde danışmanlık yaparken; Ünsal Oskay hem danışman olarak hem ekipteki herkesin hocası olarak projenin başından sonuna her anında vardı. 

Projenin ekip için belki de en unutulmaz bölümü, Ünsal Hoca ile her bölüm için günler günler süren toplantılar yapılması idi.


"TÜRKAN SULTAN"

Belgesel dizisinin ilk bölümünün konuğu Türk Sineması’nın sultanı Türkan Şoray idi. 

Türkan Şoray'ın yaşam öyküsünün paralelinde Türkiye'de kadını irdeleyen belgesel, geniş bir arşiv araştırması ve Şoray'ın 50'nin üzerindeki filmlerinin taranması ile gerçekleştirildi.

Türkan Şoray ilk kez bu belgesel için özel arşivini açtı ve anılarını bütün açıklığıyla anlattı. 

Belgeselin çekimleri Türkan Şoray'ın Ulus'taki evinde, okuduğu Fatih Lisesi'nde ve doğduğu mahallede gerçekleştirildi.

‘Türkan Sultan’ bölümü için hazırlanan basın bildirisinden:

“Aynalar, 21 Mart Perşembe gecesi Türkan Şoray'la başlıyor... 5 popüler yıldızın yaşam öykülerinden yola çıkarak Türkiye'nin son 30-40 yıllık serüvenini anlatmayı hedefleyen Aynalar’ın bu ilk bölümünde Türkan Şoray'ın yaşamını ve sanatını izlerken, bir yandan da Türk sinemasında kadının Cumhuriyet'in ilk yıllarından bu yana değişen yüzünün de izini süreceğiz. Ve fonda daima kabuk değiştiren Türkiye'nin yenileşme sancıları olacak...

Belgeselin birinci bölümü; neden bunca aday arasında ‘sultan’ tahtına Türkan Şoray'ın oturduğunun yanıtını arıyor ve bilinçaltına tatlı bir yolculuk yapıyor... Şoray, Türk kadınının değişen yüzünün bir simgesi olarak hem kişisel tarihini, hem de perdede canlandırdığı kişiliklerle sinemanın kadın kahramanlarının bir kısa filmografîsini sunuyor bizlere... Bu arada hayatla sinemanın ne kadar içice yaşandığının canlı bir örneğini görüyoruz ‘Türkan Sultan’da...

Aynalar’ın bu ilk bölümünde Şoray'ın tamamı kayıp olan ilk filmi Köyde Bir Kız Sevdim’in bazı bölümleri ilk kez gelecek ekrana. Seyirci 1961 yılındaki 15 yaşındaki Türkan Şoray'la ilk kez karşılaşacak...

Genelde televizyonlara söyleşi vermemesiyle tanınan Şoray, Aynalar’a kapısını açarken; çocukluğunu, okul yıllarını, sinemaya başlayışı ve sinemada yaşadığı sıkıntıları bütün içtenliğiyle anlattı. Oyunculuktan yönetmenliğe geçişini, 60'lı yılların klişe rollerini ve sonra kadın sorununa değinen rollere soyunmasının hikayesini açıkladı. Bu arada yönetmenliği sırasında nasıl intiharın eşiğine geldiğini, evlendiği ve çocuğu olduğunda neler hissettiğini, sinemanın vefasız yüzüyle ne zaman, nasıl tanıştığını anlattı.

Belgesel için, Türkan Şoray'ın okuduğu okulda, yaptırdığı okulda, büyüdüğü ev ve sokakta, şimdiki evindeki çekimlerin yanı sıra, geniş bir basın ve 50'yi aşkın film taraması yapıldı. Belgesel için ayrıca Şoray'ın özel kamerasıyla çekilmiş görüntüler de kullanıldı.

Can Dündar'ın hazırlayıp sunduğu belgeselin görüntü yönetmenliği Soner Sevgili'ye ait. Danışmanlığını Prof. Ünsal Oskay'ın, genel koordinasyonu Dilek Dündar'ın, yardımcılığını Nazan Gezer'in, montajını Toprak Avanoğlu'nun gerçekleştirdiği belgeselin yapım ekibi Hale Şerif, Bülent Özkam ve Tannur Arat'tan, çekim ekibi ise Yusuf Akçura, Yılmaz Güven ve Cihat Taşkın'dan oluşuyor. Jeneriğinin Bozkurt Göbeloğlu'na ait olduğu belgeselin müzikleri her zamanki gibi Fahir Atakoğlu tarafından yapıldı...”

Bugünden yani belgeselin yayınının üzerinden çeyrek asır geçtikten sonra tekrar bölümleri izlediğimde Aynalar hala benim için çok özel bir yerde durmakta. 

Aynalar benim ilk ‘göz ağrım’dı. İlk yönetmenlik denemem. Hoş, basın bildirilerinde adım yapımcı, yönetmen olarak geçse de belgeselin finalinde akan kredilerde görüntü yönetmeni yazıldı. O dönemde ekibimiz tarafından hazırlanan haber programlarının yönetmenliğini yapan Musa Abi’nin (Çözen) adı jest olsun diye yönetmen olarak yazıldı. 

Gerçekten de gala gecesinde Musa Abi, belgeselin finalinde adını görünce çok mutlu oldu. Tabi ki Musa Abinin o mutluluğunu bozmak veya kimseyi kırmak istemem ama bu hep içimde bir ukde olarak kaldı. Şimdiki aklım olsa bu ‘nezaket’ gösterisi nedeniyle ilk yönetmenliğimin sadece yakın çevremin bildiği bir bilgi olarak kalmasına izin verip vermeyeceğimi bilmiyorum. Ama içimdeki ukdenin bu kadar yoğun olmasından izin vermeyeceğimi düşünüyorum. 


Yine bugünden baktığımda ‘Türkan Sultan’a dair unutamadığım anları, anıları buraya not düşmek için yazayım:

Belgesel çekimleri için yağmurlu bir bahar gününde Türkan Şoray’ın Levent’teki evine gittik. Belgeselde format olarak iki kamera, blue-box perdeleri ve çok sayıda ışıktan yararlanılan bir çekim tekniği kullanılıyordu. Dolayısıyla Şoray’ın beyaz halılarla kaplı salonunu, ayakkabıları çamur içinde kalabalık bir ekip doldurmuştu. Bir yandan hızla galoş bulmaya çalışsak, evin beyazlığını kirletmenin utancı ile kıvransak da, öte yandan ekibin bir bölümü kahkahalarını gizlemeye çalışarak gülüyordu. 

Çünkü Türkan Şoray’ın makyajını yapan arkadaşı Suzan Kardeş, ara ara ekibin yanına gelip muhteşem fıkralarını anlatıyordu. Ben yıllarca utana sıkıla bu fıkraları anlattım arkadaşlarıma.

Türkan Şoray setin hazırlanmasını beklerken yüzünde hoş bir gülümseme ile çevresini inceliyordu. Gerçekten çok güzeldi. Bir yandan da heyecanlı görünüyordu. Sonra ışıklar yandı. Ardından kamera çalışmaya başladığında büyü gibi bir şey oldu. O dünyalar güzeli heyecanlı kadın bir anda heyecanından sıyrılıp oturduğu koltukta devleşti. Monitörden bunu izlemenin yetmediğini, gözlerimin takılıp kaldığını hatırlıyorum. Benzer bir hissi başka bir belgesel için söyleşi yaptığımız Yıldız Kenter’de hissetmiştim. Oyunculuğun büyüsü...

Sonra belgeselin kurgu aşaması geldi. Zorlu bir aşamaydı. 21 Mart’ta yayınlanacak belgesel için önce büyük bir gala yapılacaktı ve biz yetiştirmekte sıkıntı yaşıyorduk. Gala gününden 3-4 gün önce Türkan Şoray kurgunun seyrini görmek için Ankara’ya geldi. Aslında O’na izletme yapabilecek halde değildik ama ısrarlar karşısında Türk Sineması’nın “Sultan”ını kıramadığımız için belgeselin ilk gösterimini yaptık. 

O dönemde büromuzdaki kurgu odası çok dar bir alandı. Herkes neredeyse diz dize oturup izliyordu. Türkan Hanım’ın izlerken kimi bölümlerde heyecanlandığını hatta titrediğini hissedebilecek kadar diz dize. İzlemeyi bitirdikten sonra genel olarak memnun olsa da kimi görüntülerinin değiştirilmesini istedi. 

Zor bir karardı, günlerdir uyumuyor, banyo yapmaya dahi zaman ayıramıyorduk. Belgeseli yetiştirme sıkıntısı çekerken, hazır olan bölümler üzerinde değişiklikler yapmak bizi iyice zor bir duruma sokacaktı. Elbette “Sultan”ı ağlatmak yerine kendi gözyaşlarımızı akıttık ve istenilen değişikliklerin bir kısmını yaptık.

Film gala gecesine yetişti. Büyük ve seçkin bir kalabalık o geceye katıldı. Türkan Şoray bembeyaz bir elbise giymişti. Elindeki beyaz gülü, teşekkür ederek bana verdi. Bir anda haftalardır süren o yorgunluk uçup gitti. Belgeseli elimde o beyaz gülü hiç bırakmadan izledim. 

Şimdi umarım siz de aynı keyif ile aşağıdaki adresten “Türkan Sultan”ı izlersiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=vJZ05aLS_as

    







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar