“Kesin verilerin yokluğuna karşın ölen için yapılan anma törenlerinin, gömülme veya ölüm gününden sonraki üçüncü, yedinci, yirminci ve kırkıncı günüyle, yıl sonunda yapıldığı kuşkusuzdur. Bu günler, bu durumlar söz konusu olduğunda, sadece modern Şamanist toplumlar tarafından değil; ölenin seyredilmesi, eşyaların gömülmesi, ağlayıp sızlamalar, toplu şölenler, ağıt okumaları ve diğerleriyle cenaze törenleri Ortaçağ Türkleri’ninkini hatırlatan Türkiye'de yaşayan oldukça tutucu cemaatlar tarafından da uyulmasına özen gösterilen tarihlerdir.

“Geçmişe bağlılık arttıkça korkunun giderek azalması dolayısıyla ölüler kültünden ata kültüne geçişin farkına varılmayacak bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bilge Kağan'ın oğlunun gözyaşlarında, aniden ortaya çıkan bir acının ifadelerini bulmak mümkündür. 

“Ancak bu üzüntüler, kayanın bunları aktarabilmesi için taş üzerine kazınmış, böylece canlılar tarafından tekrar okunması için yazılmıştır: "Bilge Kağan uçarak gitti, yaz geldiğinde, yukarıda Gök Köprüsü'nde, gökkuşağı yükseldiğinde, geyik dağa kaçtığında, onu düşünürüm". Bilge Kağan da daha önce, aynı koşullar altında kendi kardeşine şöyle ağlamıştı: "Düşündüm ki, iyice düşündüm ki, gözyaşları gözlerden gelirse ve ruhtan ve kalpten yakarışlar yükselirse, iki şad, büyük kardeşlerim, oğullarım, beg'lerim, halkım, gözlerini ve kirpiklerini mahvedecek". Ve diğer bir yerde şu yazılara rastlanmaktadır: "Sonsuz ağlamalar ve ebedi tanıklık: Düz bir taşın üzerine 10.000 yıl ve 100.000 yıl okunsun diye kendi yazıtımı kazdırdım ve anıtımı yaptırdım: Bunları som taş üzerine kazıttırdım"*.

(*Jean-Paul Roux “Türklerin ve Moğolların Eski Dini”, Kabalcı Yayınevi 2001)



ÖLÜM

“SELAMÜN ALEYKÜM EHL-İ KUBUR

ALEYKÜM SELAM EHL-İ DÜNYA”

1999 yılıydı. Bir milenium dönüşüne şahitlik edebilecek şanslı bir kuşağın içinde idik. Bu dönüm noktası için biz de bir belgesel projesi hazırlamak istiyorduk. Çok uzun zaman süren toplantılar sonunda bir belgesel projesi ortaya çıktı: 4. Nesil...

2000 yılı için bir muhasebe gibi değerlendirebilecek bu belgesel dizisi, büyük bir telaş içinde yaşadığımız hayatın bizi nereden nereye taşıdığını, gündelik hayatımızın bizi son dört nesilde nasıl değiştirdiğini anlatabilmeyi hedefliyordu. 

Birinci nesil; 1900 başlarından 1920’ye kadar olan süreyi, ikinci nesil; 1920’den 1950’ye kadar olan süreyi, üçüncü nesil; 1950’den 1980’e kadar olan süreyi, dördüncü nesil de; 1980’den 2000’e uzanan süreyi anlatmak için kullanıldı.

1999-2000 yayın döneminde NTV’de yayınlanan, daha sonra birçok araştırmada da kaynak olarak kullanılan belgesel içindeki konu başlıkları şöyle idi: “Kaybolan Çocukluk”, “Aşk Bu mu?”, “Dinin Dönüşü”, “Geliyor Düğün Alayı”, “Sofrasız Yemekler”, “Ne Giyiyorsan O’sun”, “Daha Daha Ne Alsak”, “Bir Millet Eğleniyor”, “Bu Ev Bizim mi?”, “İletişim” ve “Ölüm”…

* * * * *

Çekimler için 99'un son aylarında Antalya'nın Adrasan ilçesine gittik. O dönemde Adrasan, içinde yaşayanların "köy" diye tanımladıkları bir kasabacık görünümünde idi. 

Ekibin Adrasan'a dair bilgisi ve ilgisi Atlas dergisinde çıkan bir habere dayanıyordu. Haber, şeker bayramında uygulanan çok özel bir ritüeli anlatıyordu. Bu yüzden bayramdan hemen önce bu küçük, gözlerden ırak (O dönemde gerçekten gözlerden ıraktı. 10 yıl sonra bir kez daha gittiğimde yaşanan değişime inanamamıştım.) Adrasan'a gidip hazırlıklara başladık. 

Atlas'ın haberine göre; bayram namazından sonra bütün köy, camiinin önündeki alanda toplanıyor, herkes bütçesinin elverdiği ölçüde alabildiği şekerleri poşetlere doldurup geliyordu. Kiminin poşetinde çikolata, kiminde fındık-fıstık... Parası olan badem şekeri, olmayan akide şeker...

Köyün bir anlamda "deli"si, neşesi, sevgilisi yaşlı bir amca yere serilen büyük bir örtünün üzerine getirilen bütün şekerleri, çikolataları, çerezleri döküyordu.

Bu arada köyün bütün çocukları, kendini çocuk hissedenleri ellerinde torbaları, poşetleri sallayarak bir mani eşliğinde tempo tutarak yaşlı amcaya güç veriyorlardı. Yaşlı amca bütün ganimeti, elindeki bir ölçü kabı ile karıştırıyordu.

Tempo ve torbaların hışırtısı iyice yükseldiğinde, bir orkestra şefi gibi el işareti ile herkesi bir anda susturuyor ve o ortak ölçü kabı ile ganimeti bütün çocuklara eşit bir şekilde pay ediyordu.

İşte o anda Adrasan'ın bütün çocukları eşitleniyor, zengin-fakir, okumuş-okumamış, aşağı mahalle-yukarı mahalle o ortak kap ile birarada oluyordu... 

Yıl boyu badem şekeri yiyemeyen köyden gelmiş bir çocuk, kasabanın çocuklarıyla birlikte şekeri, çikolatayı paylaşabiliyordu....

İşte bu etkileyici bayram ritüelini çekmek için gittiğimiz Adrasan'da sabahın erken saatlerinde, hatta geceden hazırlıklarımıza başladık. Hiçbir şeyi kaçırmadan çekmek istiyorduk.

* * * * *

Sabahın ilk ışıklarıyla Adrasan’ın sokaklarına çıkıp kameramızı kurduk. Ve sonra her şey bir anda olmaya başladı. Önce evlerin aralarından bir kadın, bir elinde tavanın içinde taşıdığı ateş, diğer elinde bir torba ile çıktı. Sonra başka bir kadın ve çocuğu soba küreğinde, başka bir kadın teneke içinde taşınan ateşle… Kadınlar ellerinde ateşlerle, arkalarında dumandan bir iz bırakarak aynı yöne doğru yürüyorlardı: Adrasan Mezarlığı’na. 

Bildiğimiz, beklediğimiz bir şey değildi. Ne yaptıklarını anlamıyorduk. Belgeselin görüntü yönetmeni ve kameremanı Murat Özcan ile koştur koştur kadınların ardından mezarlığa girdik.

Kadınlar yanlarında getirdikleri kor halindeki kömürden birini alıp, mezarların çevresinde (yüzlerce yıldır aynı yerde aynı törenin yapılması nedeniyle) bulunan yassı taşlardan birinin üzerine koyup, sonra diğer ellerinde taşıdıkları torbadan bir tutam toz çıkarıp ateşin üzerine döktüler. Bir anda mezarlığın üstünü duman ve çok güzel bir koku kapladı.

Aradan 20 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra bile o günü düşündüğümde aklıma ilk gelen cümle; "büyü gibiydi" oluyor.

Gerçekten büyü gibiydi. Onlarca kadının, onlarca mezarın başında yaptığı bu tören sonrasında bütün mezarlığın üzeri sis çökmüş gibi bir dumanla kaplanmıştı. Ve tarifsiz güzellikte bir koku, insana olanların gerçek olmadığı, gerçek olamayacak kadar güzel olduğu hissini yaşatıyordu.

Sonradan öğrendik ki yakın çevrelerde Sığla ya da Günlük Ağacı diye bilinen ağaçlar varmış. Köylüler bu ağaçların akan sakızlarını topluyor, bu sakızları kuruttuktan sonra toz haline getiriyormuş. Hem evlerinde kimi hastalıkları ve nazarı uzak tutmak için düzenlenen ritüellerde, hem de mezarları başında kullandıkları bu tütsü günlük ağacı tozu imiş.

* * * * *

Biz o gün, bu büyü gibi töreni çektikten sonra bayram namazı ve sonrasında yukarda anlattığım şeker dağıtma etkinliğini kayıt altına aldık. Tam artık törenler bitti, insanlar evlerine çekilecek derken camiinin önünde bayramlaşarak dağılan kasabanın erkekleri ellerinde taze kesilmiş hep yeşil kalmasıyla bilinen mersin ağacı dallarıyla her bir köşeden çıkıp yine aynı adrese Adrasan Mezarlığı’na yöneldiler.

Mezarlık hala az önce kadınların yaktığı tütsünün dumanı ve kokusu ile doluyken, erkekler mezarları başına gidip ellerindeki mersin dallarını birer ikişer yakınlarının mezarları başına diktiler. O dumanlar içinde mis gibi kokan mezarlık bir anda yemyeşil oldu.

* * * * *

Bizler bambaşka bir töreni çekmek için gittiğimiz Adrasan'da, ard arda yaşadığımız ve ne olduğunu tam da anlayamadığımız bu büyü gibi ritüellerden etkilenmiş olarak döndük Ankara'ya. 

Yöre insanı bu ritüellerin atalarından kalan bir miras olduğunu, devraldıkları bu mirası çocuklarına aktardıklarını söylüyorlardı. Ama bu törenlerin kökeni konusunda onların da bilgisi yoktu.

Görüntüleri ve notlarımızı Ankara'da birçok antropolog ve sosyal bilimci ile paylaştık. Ve uzun süre yörede çalışmış Doç. Dr. Atilla Erden bizlere herşeyi açıkladı: Şamanizm döneminde, Eski Türklerde mezarları başında yakılan tütsü kötü ruhları uzak tutar, iyi ruhları çağırırdı. Aynı zamanda tütsü kokusunun ölüm kokusunu giderdiğine de inanılırdı. 

Yöre yüzlerce yıldır Tahtacılar ve göçebe Türkmenler’in yaşam alanlarındandı. Büyük bölümü Alevi olan yöre Türkmenleri, İslamiyeti kabul ettikten sonra da Orta Asya'daki kadim dinler ve Şamanizm ile bağlarını koparmamışlardı.

Hayatın birçok alanında hala o eski zamanların izleri varlığını koruyordu. Adrasan'da bu mezar başlarında düzenlenen törenler işte o eski zamanlara dayanıyordu. Orada yatan yakınlarını kötü ruhlardan ve yabani hayvanlardan korumaya yönelik bu ritüellere Ortadoğu, Afrika ve Asya’da kimi topluluklarda da rastlanıyordu. 

Ve işin garibi bütün dünyada o eski gelenek ve göreneklerin en iyi korunduğu alanlardan biri Anadolu'nun güneyini bir kordon gibi çevreleyen bu topraklardı. 

* * * * *

Şimdi ilgisiz gibi görünen bu yazı içinde paylaştığım bu fotoğraflar ile Adrasan'ın ilişkisine gelmek istiyorum. 

Diyebilirim ki benim eski Türklerin tarihi ve kültürel hayatı, eski Türkler ve Moğollar’ın dini hayatlarını araştırmam Adrasan'da tanık olduğum bu törenlerden sonra başladı. O günden sonra bu alanda yazılmış kitaplar, araştırmalar, tezler, arşivlerden belge ve görsel malzeme toparlamaya başladım. 


Yukarıdaki uzun girizgah işte bu gördüğünüz fotoğrafların heyecanını paylaşmak için yazıldı. Bu fotoğraflar bir Rus arşivinde bulunan 11 adet büyük boy albümden çıkarıldı. 1871-1872 yılları arasında Orta Asya'da araştırma yapan Rus bilim insanları, özellikle Türkmenistan, Moğolistan, Tacikistan'da yaşayan Türk ve Moğollar’ın yüzlerce fotoğrafını çekmişler.

Ben bu fotoğraflara, Horasan'dan göç eden Türkmenler’in öyküsünü araştırırken ulaştım. Hep babamı ve Kozan'ı düşünerek inceledim fotoğrafları. Çünkü babam köklerimizin Horasan'a dayandığını, Anadolu'ya oradan geldiğimizi anlatırdı. Sonra da isyanlar ve ayaklanmaların büyük büyük babalarımızı Çukurova'ya sürüklediğini söylerdi. 

Benim, mesleki merakın dışında bir tutkuyla Orta Asya'yı, Horasan'ı araştırmamın altında hep babamın, derinlerine inemediğimiz, ayrıntılarını bilemediğimiz bu sözleri vardı. 


İşte o yüzden burada bu fotoğrafları sizlerle paylaşmak bana büyük bir heyecan veriyor. Eminim ki sizler de bu fotoğrafları incelerken benim kadar heyecanlanacaksınız. 

Çünkü bu fotoğraflar (benim bildiğim) ilk kez bir gazetede yayınlanıyor. 

Çünkü bu fotoğraflar bizim geçmişimiz... 

Çünkü bu fotoğraftakiler bir çoğumuzun, anavatanlarında yaşamlarını sürdüren kuzenleri... 



NOT: Aşağıya 4. Nesil belgeselinin Çocukluk ve Ölüm bölümlerinin linklerini bırakıyorum. Belki izlemek isteyenler çıkabilir diye.

Ölüm bölümü: https://youtu.be/Ct1kQ1dEXIc

Kaybolan Çocukluk bölümü: https://youtu.be/R-XFBxqWVHM


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar