ANAVARZA, 

BABAM VE GERTRUDE BELL

I




Sanırım ilkokul 5. Sınıfta idim.  Gazi İlkokulu’nda okuyordum ve bütün okul baharın gelişi ile bir pikniğe gidecekti. 

O zamanlar piknik veya okul gezileri için genellikle yakın yerler tercih edilir, hemen okulun 200-300 metre yukarısındaki Manastır’a ya da Kozan’ın yakın köylerine gidilirdi. Herkes evlerinde piknikte yenilecek ve içilecek bir şeyler hazırlar, okul dışında bir yerde hep beraber olmanın keyfi, heyecanı yaşanırdı.

Ancak bu seferki piknik adresi değişikti; Anavarza. 

Daha önce görmediğimiz, daha uzak ve daha bilinmez bir yere gidilecekti. Bunun da bir maliyeti vardı. Babama dükkanda, keyfinin iyi olduğu bir zamanı kollayıp söylediğimi hatırlıyorum. Babamın da beni kırmadan, bunun o anda mümkün olamayacağını söylemesini.

Bütün okul ya da okulun büyük bir kısmı gitti o geziye. Ben gidemedim. Ve bu hep içimde bir sızı olarak kaldı.


Aradan bir ya da iki yıl geçti. Ben Anavarza’yı gördüm. Hem de babamla birlikte. Şimdi aradan neredeyse 50 yıl geçti ve ne kadarı gerçek, ne kadarı rüya ayırdına varamıyorum ama Anavarza sahne sahne o ilk tanışmamızın görüntüleriyle yaşıyor bende... (Gerçekliği konusunda şüpheler yaşıyorum çünkü, annemle konuştuğumda hatırlamadı o geziyi. Babam da hayatta olmadığı için doğrulayamıyorum.) 

O geziye dair kafamda birçok anı sisli olmasına rağmen babamla birlikte antik su kanallarının yanında yürüdüğümüzü, babamın bana meşhur “Anavarza’ya su getirilmesi” efsanesini anlattığını hatırlıyorum. 

Bir de antik şehrin yukarı bölümlerine çıkarken ayaklarımıza takılan dikenleri, kaya resimlerini, merdivenleri ve babamın yorularak sık sık durup oturmasını... (Anavarza’ya en son gidişimde, babamın o dönemdeki yaşlarındaydım. Çıkarken yorulup sıklıkla dinlenmek için oturduğumda babamı daha iyi anladım.)  


Yukarıda ilk surları ayakta olan kilise kalıntısını ve bunların Kozan Kalesi’ne göre ne kadar sağlam olduğunu düşündüğümü bugün gibi hatırlıyorum....

En önemli ve en renkli anım ise, biz yukarıda iken bir yağmura yakalanmamız, tavanları hala sağlam ama ovaya bakan pencereleri yıkılarak genişlemiş olan kalıntılara sığınmamız...


Yağmur birdenbire bastırmıştı. Birdenbire ve çok güçlü bir yağmur. Pencereden uçsuz bucaksız ova görünüyordu. Üstümüzde yağmur bulutları vardı ama ovadan da kapkara bulutlar üstümüze doğru geliyordu. Büyük, yüzlerce iş makinası çalışıyormuş gibi bir gürültüyle yaklaşan bulutlar... O bulutlar, ceviz büyüklüğünde doluyu üzerimize döküp geçti. Babamın bu dolunun tarlalara nasıl zarar vereceğini endişeyle anlatmasını, benim ise babam yanımda olduğundan hiçbir endişe duymadığımı, hatta heyecanla karışık çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.

İşte Anavarza ile ilk tanışmam böyle oldu. Bunun ne kadarı gerçek, ne kadarı rüya bilemiyorum. Babam, beni gönderemediği o gezinin bende yarattığı kırgınlığı mı telafi etmişti yoksa ben bunu rüyalarımda mı onarmıştım bilinmez. Ama ben ondan sonra hep gittim Anavarza’ya. 

Doğduğum toprakları ziyaret eden dostlarımı götürdüm Anavarza'ya. Her fırsatta babamla ovadan gelen kara bulutları izlediğimiz yıkıntının içine girip ovayı seyrettim uzun uzun...

Anavarza ile ilgili kitaplar, araştırmalar, yazılar, fotoğraflar toparladım. Bulduğum ve beni en çok heyecanlandıran arşiv ise gizemli bir kadına aitti. Gertrude Margaret Lowthian Bell... Kısaca Gertrude Bell... 


*     *     *


Gertrude Bell... 

Arap milliyetçileri gözünde; “el Hatun”, “Müminlerin Annesi”, “Çölün Kızı”, “Çöl Kraliçesi”... 

Kimine göre; “Çölün Cadısı”, “Çöl Tilkisi”, “I. Dünya savaşı sonunda Ortadoğu haritasını belirleyen kadın”, “Çağın en büyük İngiliz ajanı”... 

Kimine göre bir arkeolog, dağcı, coğrafyacı, yazar, gezgin ve fotoğrafçı...

Üzerine bu kadar tartışmanın döndüğü, hakkında sayısız efsaneler üretilmiş, bu kadar farklı tanımlanan az sayıda insan vardır. 

*     *     *


Gertrude Bell 14 Haziran 1868 yılında İngiltere’de Durham şehrinde dünyaya gelir. Bell ailesi üç nesildir demir sanayisinden zengin olmuş varlıklı, muhafazakar ve önemli bir ailedir. Doğumundan kısa bir süre sonra, 3 yaşındayken annesini kaybeden Gertrude dadı ve eğitmenler ile İngiliz geleneklerine göre sıkı bir eğitim alır. Küçük yaşlardan itibaren tuttuğu günlüklerde, piyano, dans ve dil dersleri aldığını söyler.

Bir sanayici ve o dönemde diplomatik bağlantıları çok güçlü olan babası Sir Hugh Bell kızının eğitimine hep özel bir ilgi gösterir.

Genç Bell, kadınların üniversiteye gitmelerinin hemen hemen imkansız olduğu bir dönemde, tarihinde ilk kez kadın öğrencileri kabul eden Oxford’a tarih okumak için kaydolur ve modern tarih bölümünü birinci sınıf derece ile bitiren ilk kadın olmayı başarır. Kadın öğrencileri sadece okumak için kabul eden Oxford Üniversitesi, uzun süren uğraşlar karşısında Gertrude Bell’e tarih diplomasını vermek zorunda kalır.

Okulu bitirdiğinde Bell’in kafası karışıktır. Tanrı'ya olan inancından emin değildir. İlerleyen yıllarda Tanrı'ya inanmayı tamamen reddeden Bell, rahip olacak kardeşini bu yoldan vazgeçirmek için yoğun çaba sarf eder. Bell’in inanç konusundaki katı tutumuna rağmen İngiliz geleneklerine ve Kraliçe’ye olan bağlılığı ise ömrünün sonuna kadar sürer, muhafazakar İngiliz politikasını savunur ve İngiliz tarihinin önemli ismi Churchill ile hep yakın ilişkiler geliştirir.

Bell’in bununla beraber birçok meziyeti daha vardır. İsviçre Alpleri'ne tırmanan ve ardında Gertrude Zirvesi’ni bırakan ilk kadın dağcılardan biridir. Sekiz dil bilen bir dil bilimci, Türkiye, Suriye ve Irak’ta kazılar yapan bir arkeolog, gezdiği bütün yerlerin fotoğraflarını çeken bir fotoğrafçı, iki kez dünyayı dolaşan bir seyyah, Ortadoğu uzmanı, İngiliz devletinin çıkarları için çalışan bir ajan, İranlı şair Hafız’ın "Divan"ını İngilizce’ye çeviren bir edebiyatçı olma gibi birbirinden farklı alanlardaki birçok vasfı kendisinde toplayabilmiştir.


Ortadoğu tarihinin akışını değiştiren kadın olarak bilinen Gertrude Bell’in “Şark”la tanışması 1892 yılına rastlar. O dönemde İran’da bir İngiliz bakan olan dayısı Sir Frank Lascelles’in yanına giden genç kadının hayatı değişir. Burada elçilik sekreteri Henry Cadogan ile tanışır ve âşık olur. Fakat babası, Cadogan’ı araştırır ve onun bir kumarbaz olduğunu öğrenince Gertrude’nin bu ilişkisine onay vermez. Bu O’nun, Ortadoğu ve Türkler ile ilişkisinde belirleyici olan “şanssız” aşklarının ilkiydi...

*     *     *

Gertrude Bell Şark’ı tanıması ve ona aşkla bağlanmasından sonra, 1899-1911 yılları arasında 5 ayrı Anadolu gezisi düzenlemiştir.


Gertrude Bell’in 1899 Yılı Anadolu Gezisi;

Gertrude Bell, ilk olarak gezilerine 1893 yılında Romanya’dan başlamış 1899 yılına kadar Fransa, İtalya, İsviçre, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa’nın çeşitli yerlerini dolaşmıştır.

Bell’in Türkiye’ye ilk kez gelişi 1 Mayıs 1899 tarihine rastlar. Çanakkale’den başlayan ve 10-15 gün süren bu ilk ziyaretinde İstanbul, Bursa, Mudanya’yı dolaşır.   


Gertrude Bell’in 1905 Yılı Anadolu Gezisi;

Gertrude Bell, 1905 yılında önce Beyrut ve Kudüs’e gitmiş ve Arapça’sını geliştirmek amacı ile bir süre burada kalmıştır. Bizim için önem taşıyan bu gezisine 11 Nisan 1905’te İskenderun’dan başlayan Bell, 17 Nisan’da Osmaniye, 18 Nisan’da Kadirli, 19 Nisan’da Anavarza, 23 Nisan’da Adana’ya gelir. Yaklaşık 2 ay süren bu gezide Bell daha sonra Tarsus, Mersin, Kızkalesi, Silifke, Karaman, Konya, Afyon, Eskişehir ve İstanbul’u dolaşır. 

(Bu yazının ikinci bölümünde bu geziyi günlükler, mektuplar ve fotoğraflar ile daha ayrıntılı olarak ele alacağız.)


Gertrude Bell’in 1907 Yılı Anadolu Gezisi;

1907 yılı Anadolu gezisi 2 Nisan’da İzmir’den başlar. Yine yaklaşık 2 ay süren bu gezide Bell, (günlüğündeki sırayla) İzmir, Kadifekale, Bornova, Efes, Menderes, Magnesia, Söke, Priene, Milet, Bafa, Bodrum, Çine, Aydın, Tralleis, Geyre, Laodikya, (Hierapolis) Pamukkale, Eğirdir, Sagalassos, Isparta, Avşar, Yaka, Tokmacık, Kumdanlı, Yalvaç, Beyşehir, Konya, Karaman’ı gezer. 

Gertrude Bell’in 1909 Yılı Anadolu Gezisi;

1909 yılında Gertrude Bell, Arap ülkelerinde bulunduğu sırada Anadolu’ya ziyaretlerini sürdürür. İlk olarak 15 Mayıs 1909’da Şırnak Cizre’ye gelir. Bahar aylarında yaptığı bu gezi de yaklaşık 2 ay sürer. 

Fotoğraf albümleri ve günlüklerinin izini sürerek bu gezide gittiği yerleri şöyle sıralayabiliriz: Cizre, (Basbirin) Haberli, Nusaybin, Midyat, Diyarbakır, Mardin, Malatya, Darende, Aziziye, Tomarza, Kayseri, Karahisar, Niğde, Bulgurlu, Madenşehir, Eskişehir ve İstanbul.


Gertrude Bell’in 1911 Yılı Anadolu Gezisi;

Gertrude Bell’in bilinen son Anadolu gezisi 1911 tarihini taşır. Yine bahar ayları ve yine yaklaşık 2 ay süren bu gezide Bell, 15 Nisan’da Nusaybin’e gelir. Ardından sırasıyla Mardin, Midyat, Hasankeyf, Silvan, Batman, Diyarbakır, Viranşehir’e uğrar ve gezisini İstanbul’da sonlandırır.

*     *     *

1905 gezisinin ayrıntılarına geçmeden önce yukarıda sıraladığımız beş gezinin ortak yönlerinden biraz bahsetmek gerekir:

Gertrude Bell gezilerine genellikle Nisan-Mayıs aylarında başlar. Yunanistan üzerinden geldiği birinci gezisi 15 gün, sonraki geziler ise 50-60 gün civarında sürer. 

İlk gezisi dışında bütün gezilerine Fattuh adında bir Ermeni uşak eşlik etmiştir. Bell, Türkçe ve Arapça konuşabilen iş bitirici Fattuh’u, Nisan 1905’de Mersin’de dostu Mr. Lloyd sayesinde bulmuş ve gezilerinde yanından hiç ayırmamıştır. 


Mehmet İpçioğlu “Gertrude Bell’in Anılarında Konya” adlı yazısında Fattuh’un Ermeni olduğunu söylerken, Bell hakkında “A Quest in the Middle” adlı bir biyografi yazan Liora Lukitz Arap olduğunu iddia eder. Ancak Gertrude Bell “Amurath to Amurath” isimli eserinde Fattuh’un Katolik bir Ermeni olduğunu ifade etmektedir.

Gertrude Bell’in Anadolu’ya yaptığı gezilerin rotalarına bakıldığında hemen hemen tamamının Anadolu’nun arkeolojik alanlarının olduğu bölgeler olduğu gözlenir. Onun adıyla birlikte anılan “İngiliz Ajanı” yönü bu gezilerde biraz daha geride kalmakta, ilgisi daha çok tarih ve arkeolojiye yönelmektedir.

Bunun önemli bir istisnası 1909 gezisi sırasında yaşanır. Bell 1909’da Kayseri’de iken Adana’da yaşanan Ermeni-Türk olaylarının haberini alır. Hem yörede yaşayan, hem de Adana ve Mersin’den gelenlerle yaptığı görüşmelerden aldığı bilgileri İngiliz yetkililere rapor şeklinde sunar.

Gertrude Bell hakkında anlatılan önemli bir “efsane” de 1905 gezisi sırasında Konya’da tanıdığı yüzbaşı Doughty Wylie ile ilgilidir. Genç kadın bu yakışıklı yüzbaşıya görür görmez, günlüğüne O’nun gözlerinde kutsal ışıklar gördüğünü yazacak kadar aşık olur. Ama yüzbaşı evlidir ve karısından boşanmayı göze alamaz. Bu yaşanan gizli ve yasak aşk Yüzbaşı Wylie’nin 1915’de Çanakkale’de ölmesine kadar sürer. Sevdiği adamın bir Türk kurşunuyla ölmesi nedeniyle Gertrude Bell ölünceye kadar Türk düşmanı olarak yaşar.


Ancak Anadolu’ya yapılan bütün gezileri 1915 öncesindedir ve o dönemde yazdığı günlüklerin hemen hemen her yerinde Bell’in Türklerden hatta bu toprakların yerlilerinin çoğundan hoşlanmadığının izleri vardır. Denilebilir ki ağızlarıyla kuş tutsalar Gertrude’a yaranamazlar. Gittiği yerlerde elçilik görevlileri veya yöredeki yabancılardan gelen yardım taleplerini el üstünde tutarken, Türklerden gelen taleplere hep ikircikli yaklaşır. 

Büyük kentler hariç gittiği yerlerin çoğunda, yardımcısı Fattuh’un kurduğu ve her türlü lüksü barındıran çadırında kalır. Fotoğraflardan küçük olduğunu anladığımız bu çadırda Gertrude çok daha özgür ve rahattır. Yerli halktan gelen davetleri, hijyen ve bit-pire gibi kaygılardan reddeder.


Son olarak, çocukluğundan bu yana günlük tutan Gertrude’un Anadolu gezilerindeki yazdıklarına baktığımızda bunun daha sonra yapılacak büyük bir çalışma için alınmış notlar şeklinde olduğunu görürüz. Küçük küçük ve çoğunluk kendisinin anlayabileceği şifreler içeren bu notlar, günlüğün başına oturanları şaşırtabilir. 

Bu gezilerin en önemli kazanımlarından biri de hiç şüphesiz, gelecek nesillere muhteşem bir fotoğraf arşivi bırakmış olmasıdır. 13 albümde toparlanmış 3 bin 474 fotoğraf, yüz yıl önce karış karış Anadolu’yu gezmiş bir gezginin geriye bıraktığı büyük bir mirastır. Bugün bu belge ve fotoğraflar Newcastle University arşivinde korunmaktadır. 

(Devam edecek.)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar