SİS MANASTIRI

"İnsan Nedir, Şimdi Bildim..."

- III -

Kozan Kalesi'nin kuzeydoğu yamaçlarında, antik kentin yukarısında yer alan Sis Manastırı’nın günümüzde sadece kalıntıları kalmıştır. Tüm yapıların etrafını çevreleyen ince kesme taştan yüksek duvarların parçaları ve iki kule bugün kısmen ayaktadır. 

Tüm alan doğuya doğru eğimli olduğundan, kilisenin doğusunda bir istinat duvarı vardı. Bu duvarın alt sıralarının taş kaplaması harçlı bosaj taşı (taşlar çeşitli şekillerde pürüzlü ve çıkıntılı olarak) yapılmıştır. Duvarın geri kalan kısımları, kilisenin dış cephe kaplamasına benzer şekilde ince kesme taşla kaplanmıştır.

Sis Manastırı tarihi kayıtlarda, Ermeni Kralı I. Hetum’un (1226-1269 yılları arasında yaşamıştır) kraliyet sarayında Aziz Sofya Katedrali’ni inşa ettirdiği bilgisiyle geçer. Ancak daha sonra Mısır Memlukluları ile yapılan savaşlar sırasında Sis şehri de kraliyet sarayı da Aziz Sofya Katedrali de yıkılır.

Kaynaklardan, 1292’den 1873’e kadar Ermeni patriklerinin merkezi olan Sis’in tüm Ortaçağ boyunca çok kıymetli el yazmaları üreten bir manastıra sahip olduğunu biliyoruz. 

Günümüzde Manastır diye anılan alanda, ayakta kalan duvar kalıntılarına baktığımız zaman, farklı zaman dilimlerinde, farklı duvar teknikleri kullanılarak yenileme ve genişletme yapıldığı görülür. Buradaki duvarlar 13. ve 18-19. yüzyıllara tarihlenebilir. 

Her geçen gün ne yazık ki hızla yok olan Manastır kompleksi hakkında en geniş bilgiyi, bölgeyi ziyaret etmiş hacı ve gezginlerin anıları ile eski gravür ve fotoğraflardan edinebiliyoruz.

*    *     *

Kozan konusunda önemli bir kaynak Fransız araştırmacı, yazar, gezgin Victor Langlois ve yazdıklarıdır. Langlois 1852'den 1853'e kadar Kilikya bölgesinde araştırmalar yapmış ve bulgularını 1861’de basılan Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus (Kilikya ve Toros Dağlarına Yolculuklar) kitabında toplamıştır.

Langlois kitabında manastırın 18. yüzyılın sonunda Katoligos I. Giragos Achabahian zamanında, eski Rubenid saray kalıntıları üzerine inşa edildiğini, bu sarayın kalıntılarının da yeni yapıda kullanıldığını söyler.

Langlois’in tarifine göre yapı çok yüksek duvarlarla çevrili ve üçgen planlı geniş bir alanı kaplıyordu. Avluya merdivenlerle çıkılıyordu. Avlunun her tarafında düzensiz ve Langlois’in “zevksiz, yavan” diye tanımladığı binalar vardı. 

Patriğin ahşap konağı, kasabaya hakim bir konumdaydı. Daha yüksek bir noktada başka bir konak vardı ve Langlois, bu binanın geniş salonunun, patriğin yabancılarla buluştuğu meclis odası olarak kullanıldığını kaydeder. 

Manastırın içindeki en ilginç ve özel olarak korunmuş yapı kiliseydi. Kilisenin koro bölümü, nispeten yeni olan diğer bölümlerle tezat oluşturuyor. Üç katlı kilisenin temeli bizzat Katoligos I. Giragos Achabahian tarafından atılmış, inşaatı ise 1810 yılında tamamlanmıştır. 

Kuzeydeki şapel Surp Krikor Lusavoriç'e, güney şapeli ise Eçmiadzin'e adanmıştır. Şapelin düz bir çatısı vardı ve yarım daire kemerlerle birbirine bağlanmış dört kare sütunla desteklenmişti. 

Langlois, çatıda yaratık şeklinde heykelciklerden oluklar olduğunu ve bunların Rubenid krallarının amblemindeki aslana benzediğini söyler.

Aya Sofya Katedrali'ne bir avludan giriliyordu. Ana kapının üzerindeki yazıt ise şöyleydi:

Işık kapının üstüne girer,

Bacaya çarpan ışık.

Temiz şarap burada karıştırılamaz,

Ölümsüz kuzu kurban edildi

Sütunları kalınlaştırmak

Tamamen yeniden inşa edildi.

Köyüm ve ben, sadece Katoligos

Kutsal yüksek anlama dayalı

Kutsal Ter Giragos'a

Ve ruhani patrik.

Ermeni takvim yılı 1259, 10 Mayıs

Kutsal yapı yeniden inşa edildi

Ve odam çitin yanında

Ustaların büyük gayretiyle

Ermeni takvimine göre yazılmıştır.

Pek çok benzer düşünen işçi,

Pek çok çalışkan milletvekili

Mükemmel Katoligos Giragos

Ter Yeğia piskoposu

Harput'a yerleşti

Tüm isimleri hatırlanacak.

(Çeviri: Armine Avetisyan)

Kuzey tarafındaki kilisenin hemen içinde, 1825'te ölen Katoligos I. Giragos Achabahian'ın mezarı bulunuyordu. Türbe üzerinde herhangi bir yazıt yoktu ve çok sadeydi. 

Kilisenin koro bölümünde beyaz mermerden yapılmış patrik tahtı vardı. Bu taht, Sis'e gelen İstanbullu ustalar tarafından yapılmıştı. Langlois' sunağın, Türk liderleri rahatsız etmemek için kötü işçilikle ve çok zevksiz bir şekilde tasarlandığını söyler. 

Aynı sebeple, birçok kalıntı da dahil olmak üzere kilisenin hazinesi dikkatlice örtülmüş ve sunağın hemen kuzeyindeki küçük bir şapelde saklanmış ve Aziz Krikor Lusavoriç'e adanmıştır. 

Manastırın kütüphanesi çok küçüktü ve sadece bir pencere ile aydınlatılıyordu.

Sis Manastırı’nı çevreleyen üçgen duvarlar Langlois'in 1861’de basılan Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus kitabında kullanılan gravürde açıkça görülmektedir. 

Bu gravürde Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi'nin doğu cephesinin pencere düzeni, her iki apsiste yüksek seviyede birer pencere, orta apsisin üst seviyesinde büyük yuvarlak pencere, altta üç pencere şeklinde görülmektedir. Gravürde tasvir edilen çatı seviyesindeki ana apsis duvarının dairesel ucu, muhtemelen apsisin dış bükeyliğini göstermektedir. Ayrıca bu yapının doğusunda iki konik kubbe ile örtülmüş diğer yapılar da görülmektedir.

*    *     *

Sis Manastırı’ndan bahseden bir başka kaynak Fransız mimar, arkeolog ve tarihçi Charles Texier’nin 1862 yılında Paris’te basılan Asie mineure: description géographique, historique et archéologique des provinces et des villes de la Chersonnèse d'Asie kitabıdır. Texier bu kitapta çok fazla ayrıntıya girmeden, yüksek duvarlar ve etrafını saran kulelerle bir terasa yerleştirildiği için kaleye benzettiği manastırı ve Sis Kalesi’ni anlatır:

“Sis adı ilk kez XII. yüzyılın sonlarındaki tarihlerde görülmüş ve Türklerin eline geçerek, Rupenliler adındaki zayıf ailenin ortadan kaybolmasıyla son bulmuştur. Bununla beraber Ermeniler, Sis’te dini kuruluşlarını koruyarak prensler sarayına büyük bir manastır yapmışlardır. Burada, Kayseri ruhani liderine denk ve Catholicos unvanıyla büyük bir papaz bulunmaktadır. Bu manastırın içinde kiliseler, kütüphane ve ziyaretçiler için misafirhaneler yapılmıştır. Bütün bu binalar, son yüzyıla ait yeni tarzda şeylerdir.

"Sis şehrinin nüfusu üç binden çok değildir. Tepedeki hisarı hala vardır. Dağın cinsi kalkerdir. Evler taştandır, düz dam ile örtülüdür. Eski şehir kalıntılarında güzel yapılmış bir kale, eskiden büyük bir yapıya ait olan kabartmalı kuleler hala ayaktadır. Evler üç taraftan da geçit vermeyen bir dağın yamacında anfitiyatro biçiminde yükselir. Bu dağ deniz kirecindendir ve tamamen dikey katmanlardan oluşur; onu bağımsız Armeniya döneminden kalan yıkılmış bir kale taçlandırır. Bu yüksek nokta, üzerinde Ceyhun nehri kollarının denize aktığı ve ufukta son bulan Toros sıradağlarının uzadığı civar ovalara doyumsuz bir manzaradan başka bir şey sunmaz.”

*    *     *

Sis Manastırı hakkındaki en ayrıntılı bilgiler hiç şüphesiz, İngiliz hacı ve papaz Edwin John Davis’in 1875 yılında gerçekleştirdiği Anadolu gezisinden sonra yazdığı ve 1879 yılında basılan Life in Asiatic Turkey: A journal of Travel in Cilicia (Pedias and Trachea), Isauria and Parts of Lycaonia and Cappadocia kitabındadır. Davis bu kitapta yüksek duvarlarla çevrili ve üçgen planlı manastırın bir patrik sarayı, bir bahçe ve bir kiliseden oluştuğunu yazmış ve ayrıntılı olarak anlatmıştır:

“Alt kapıdan girdik ve birçok basamakla birbirine bağlanan avlulardan geçtik. Her yer karmaşık avlular, koridorlar ve irili ufaklı odalardan oluşuyordu ve hepsi kirli ve bakımsızdı. Üçgen yapı kompleksinin en yüksek noktasında yer alan patrik evi, tepeden şehre bakmaktadır. 

"Kilisenin büyük bir kısmı gibi manastır da harabeye dönmüş, bakımsız ve onarıma muhtaç. Kilise kare planlı havadar bir yapıdır ve düz çatısı kare şeklinde taş sütunlar ile taşınmaktadır.

"Kompleksin doğu ucunda, alışılagelmiş sunağın bulunduğu üçlü apsis girişi vardır. Orta sunağın üzerinde İtalyan tarzı bir sıva var, altın varakla kaplı bir baldaken var. (Baldeken: mimarlıkta bir altar ya da mezarın üzerini örten, kolonlarla taşınan, mekanı sınırlayan duvarlardan bağımsız, sundurma biçimli örtü) – ancak hepsi çok tatsız.

"Kilisenin bu tarafındaki duvarlar birkaç fit yüksekliğe kadar çinilerle kaplı; çiniler, Sultan Süleyman’ın İstanbul’daki camiindekilere benzer. 

"Dik bir taş merdivenle çıkılan kilisenin kuzey tarafında başka bir sunak daha var ve burası zengin bir alçı ve altın varakla süslenmiş. Burada ve ana nefte patrik için tahtlar var. 

"Kilisenin çeşitli yerlerinde farklı tarzlarda asılan resimler var. Kilisenin geri kalan kısmı, çok yüksek taban seviyesine sahip merkezi bir apsisin önünde ilginç bir şekilde yontulmuş ve iki bronz aslan bulunmaktadır. Bu aslanların üzerine büyük, zarif pirinç şamdanlar monte edilmiştir. 

"Kilisedeki en çekici şey, Ermeni krallarının taç giyerken oturdukları mermer taht. Tahtın arka ve yan yüzeylerine kraliyet amblemleri, yaygın bir aslan ve çift başlı bir kartal oyulmuş. 

"Kompleksin kuzeybatı köşesinde birçok patriğin mezarı var. Kilisenin batı cephesinin önündeki revak tehlikeli bir şekilde ihmal edilmiş ve her an yıkılabilir gibi duruyor. Rehberimiz patriğin dönüşünde veya bir sonraki ziyaretinde tamir edileceğini söyledi; ancak, birkaç gün bile ayakta durabileceği şüphelidir!

"Revakın altında, kilise çanı olarak kullanılan aletler duvara asılmıştır (çünkü genellikle Müslümanlar çanlardan nefret ederler). Bunlar büyük bir demir parçası, büyük ve kalın bir tahta parçası ve benzer iki küçük parçaydı. Bunlar, gerçekleşen kutsal törene bağlı olarak farklı zamanlarda çalınır.”

Buraya bir not düşmemde fayda var; ben inek otlatmak için manastıra çıktığım çocukluk yıllarımda oturduğum yerde toprağı eşelediğimde bu çinilerin kırık parçalarını bulurdum. Ama öyle az-buz değil, küçük tepeler oluşturmuş moloz yığınlarının içi binlerce çini parçası ile doluydu. Şimdi o alan düzenlenmiş, o moloz yığınları oradan kaldırılıp kim bilir nereye dökülmüş.

Bu çinilere Leon Alişan da kitabında yer verir. 1899’da Venedik’te basılan Sissouan ou L’Armeno-Cilicie: Description, Geographique et Historique adlı kitabında Alişan, katedralin duvarlarının ve katoligos sarayının bir kısmının Kütahya çinileriyle kaplı olduğunu bildirir.

Leon Alişan kentte bulunan dini yapıları sayarken Sis Manastırı’nı Edwin John Davis’in tanımlamasına çok benzer bir şekilde şöyle anlatır:

“Kraliyet ve başkent kilisesi olarak birinci sırada Ayasofya Kilisesi yer alır. Jüstinyen örneğini takiben, o dönemin hükümdar ve prensleri, saraylarının en güzel tapınağını İlahi Bilgelik adına adarlardı. 

"Ayasofya Kilisesi, Büyük Leon'un değerli halefi olan ve dindarlığıyla tanınan yeğeni Héthoum tarafından yaptırıldı. Héthoum’un Chronic’inde dediği gibi, düz tavanlı bu muhteşem kiliseyi büyük bir özenle sarayının yakınına yaptırdı.

"Peder Indjidji'ye göre çan kulesinden dolayı Türkler bu kiliseye Tchangly-kilissé (Çanlı Kilise) adını vermişti. Kilisenin şekli uzundur. 4 sütun üzerine oturan tonozlarla örtülmüş çatısı yıkılır. Ancak Kudüs'ün eski yapılarında da görülebileceği gibi kurşunla birbirine tutturulmuş devasa kesme taşlardan yapılmış duvarlar, sunaklar ve yapının diğer tüm bölümleri ayakta durur. 

"Yüksek sunak bir kubbe ile örtülmüştür ve ikincisinin her iki yanında aynı yapıya sahip iki sunak daha vardır, bunların üzerinde jineviler (?) vardır ve her birinde iki başka sunak vardır. Bu sunakların üzerinde ve duvarların her tarafında büyük harflerle Héthoum, Léon ve diğer kralların isimleri oyulmuştur. 

"Kiliseden, yüksek ve kare olan, düz çatılı her iki yanında ikişer pencereli çan kulesine tırmanılabilir. Çan kulesi mükemmel şekilde korunmuştur ancak artık çanı yoktur. Kiliseye bir şapel de eklidir. 

"Ayasofya, Ermeniler'in en görkemli tapınaklarından biriydi; orada iki yüksek şefin yani kralın ve Katoligosun huzurunda, ilk ve son ulusal bayramlar büyük bir ciddiyetle kutlanırdı.

"Çağdaş tarihçilerin de açıkça belirttiği gibi 1266 yılında Mısırlılar, Sis şehrini ve muhteşem kilisesi Ayasofya’yı ateşe verdiler. Patrik Guiragos da 1824'te bu tapınağı restore etti. 

"Kutsal alanın kemeri porselen ile dekore edilmiştir. Haç desteği, İtalyan tarzı rölyeflerle zarafetten yoksun olarak mermerden yapılmıştır. Sunağın önündeki bronz aslanların üzerine iki şamdan dikilmiştir. Kraliyet mermer koltuğu da dikkat çekicidir, aslan ve kartalları temsil eden heykellerle süslenmiştir. Kilisenin kuzeybatı kesiminde Katoligosların mezarları bulunur.”

*    *     *

12 Ekim 1902’de toplanan Kilikya Meclisi tarafından Osmanlı döneminin son Katoligosu seçilen II. Sahag Khabayan, 1927 yılında yayınlanan Cilicia Sufferings 1903-1915 (Kilikya Acıları) kitabında kompleksin 1903’teki görünümünü şöyle anlatır:

“Kuzey kapısından girdiğinizde solda taştan bir samanlık ve ahır görüyorsunuz. Bunlardan biraz daha ileride, ziyaretçiler için misafirhane olarak tahsis edilen iki katlı evlerden oluşan küçük bir mahalle buluyorsunuz. Burada "Kamışlı" deniyor çünkü odalar birbirinden kamıştan sazlık duvarlarla ayrılmış. Bu alanın batısında içinde kiler ve fırın bulunan manastır mutfağı yer alır. 

"Güneye döndüğünüzde, üç kemerli ahşap çatılı uzun bir odanın büyük kapısına ulaşırsınız. Buna bitişik küçük ve orta büyüklükteki evler; rahiplerin yatak odalarıdır. (Katoligos II. Sahag'ın selefi) Yüksek patrik Katoligos Mıgırdiç Kefsizyan burada yaşıyordu. Daha güneye indiğinizde Katoligosluğa (yüksek patriklik) ulaşırsınız. Binanın girişi sizi doğrudan yüksek patriklik binasına getirir ve burada birçok kapısı olan bir veranda var.

"Bunlardan biri Katoligos’un yatak odasına, diğerleri yemek odası, kiler ve hamama götürür. Sonunda bir kapı, binanın en önemli odasına, haç şeklinde bir salona açılır. Başpiskopos I. Giragos zamanında inşa edilmiştir. Tamamen ahşap yapı, tüm şehri görmektedir.”

*    *     *

Sis manastırı konusundaki en kapsamlı araştırmalardan biri şüphesiz Lévon Nordiguian’ın “La cathédrale de Sis. Essai de reconstitution” adlı kitabıdır. Raymond Kévorkian, Mihran Minassian, Lévon Nordiguian, Michel Paboujian, Vahé Tachjian editörlüğünde 2012 yılında Beyrut’ta basılan bu kitapta eski kaynaklar ve anılar taranarak manastır kompleksinin bilinen en ayrıntılı rekonstrüksiyonu yapılmıştır. Kitapta kompleks içindeki binaların ayrıntılı mimari bilgileri verilir: 

“Orjinal kilise 40 x 20 m ölçülerinde ve kuzey duvarının yüksekliği 22.4 m idi. Kilisenin kuzey nefine bitişik 5.5 x 5.5 m boyutlarında kare planlı iki şapel vardır. Bunlardan doğudaki Aziz Krikor Lusavoriç'e ve batıdaki Kutsal Ruh'a (Surp Hoki) adanmıştır. Kutsal Ruh Şapeli'ne yalnızca Surp Aydınlatıcı Krikor Şapeli'nden erişilebilir. 

"Kilisenin güney duvarının doğu ucunda 4.6 m X 4,1 m. ölçülerinde bir çan kulesi ve aynı duvarda dışa açılan bir kapı vardır. Güney duvarına bitişik olarak, batıdan girişe sahip 14 m. x 7 m. boyutlarında Etchmiadzin'e adanmış bir şapel vardır. 

"19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarına ait bir fotoğrafta, çan kulesinin üzerinde kilisenin ana duvarlarından daha yüksekte küçük bir fener / kubbe görülmektedir.

"Diğer örneklerin aksine, Etchmiadzin Şapeli'nin apsis duvarında pencere yoktur. Bu da kilisenin çan kulesinin batı duvarının, şapelin doğu duvarına yaslanmasıyla açıklanabilir.

"Etchmiadzin Şapeli'nin batı cephesi, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarına ait fotoğraflarla belgelenmiştir. Fotoğrafta görülen kilisenin güney duvarındaki kapı, şapel girişinin kapalı bir revak şeklinde dışarıya yansıtıldığını göstermektedir. Yarı dairesel kemerli kapı sövesi, çift kanatlı, panelli ahşap bir kapının etrafındaki farklı renklerde kesme taşlardan oluşuyordu. Bu kapı sövesi etrafında yuvarlak bir pilaster (1) ve kapının üzerindeki revağın (2) ön yüzünü oluşturan sivri taştan bir kemer vardı. Kemerli kapının üzerinde de bir yazıt görülmektedir. Şapelin düz çatısı bu fotoğrafta açıkça görülmekte ve arkasındaki kilisenin çan kulesi kısmen görülebilmektedir.

"Naosun ortasında sekizgen bir kasnak (3) üzerinde yükselen ve kasnaktan bir kornişle (4) ayrılmış, dört folyoda kemerli pencereli sekizgen bir kubbe bulunmaktadır. Şapelin çatısı fotoğrafta görüldüğü gibi dışarıdan düzdür; ancak bugün görülebilen kalıntılar, içten yarım daire biçimli bir tonozla (5) örtüldüğünü göstermektedir.

"Şapelin içinde apsisin (6) kuzey tarafında bir niş (7); ancak bu nişin simetrik olarak güney duvarına yansıtılıp yansıtılmadığı bilinmemektedir, çünkü bu bölüm yıkılmıştır. Güney duvarında lentolu (8) bir pencere vardı. Apsisin kubbesinin altında bir korniş vardı.

"Etchmiadzin Şapeli'nin güney duvarı hem ince kesme taştan hem de devşirme taşlardan yapılmıştır. Diğer cephelerin taş kaplamaları bugün kaldırılmış ve en alt rota incelendiğinde bu şapelin Krikor Lusavoriç Kilisesi ve çan kulesinin güney duvarına yaslanarak inşa edildiği anlaşılmaktadır.”

1 Pilaster, mimaride duvara yapışık sütun şeklinde kullanılan bir inşaat tekniğidir. Yapılarda süs öğesi olarak kullanılır. "Sütunce" ya da "Pillar" olarak da anılan teknik; dört köşeli sütun, duvara yapışık sütun şeklinde dikey olarak sütunun yarısının duvara gömme haliyle uygulanmasıdır.

2 Revak, sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla ya da payelerle taşınan mekana verilen ad. Güneşten ya da yağmurdan korunma amaçlı işlevsel revaklara sundurma adı verilir.

3 Kasnak, bir mimari yapıda kubbenin oturduğu ve yapının üslubuna, türüne göre çokgen ya da yuvarlak olan kaide.

4 Korniş, yapı cephelerinin en üstünde çatı hizasında yer alan silme dizisi. Bu anlamda bir tür saçak sayılabilir. Kapı ve pencere gibi açıklıkların üstündeki, kalın silmelere de korniş denir.

5 Tonoz, mimarlıkta kemerlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan, genellikle tavan örtüsü olarak işlev gören yapı parçasıdır. Çoğunlukla tuğla ve harçla örülür ve alttan obruk, yarım silindir biçiminde görünür.

6 Apsis (Yunan dilinde "kavis", "yay" anlamında), Hristiyanlığın dini mabetleri olan kiliselerin sunak odasını kapsayan, çoğunlukla yarım daire ya da çokgen, çok nadir durumlarda dikdörtgen planlı bir yapı unsurudur. Apsisler antik döneme ait bazilikalarda yaygın olarak da mimari öğe olarak kullanılmıştır.

7 Niş, mimari yapılarda duvar içinde bırakılan oyuklara verilen addır. Kelimenin kökeni Fransızca "duvar hücresi" anlamına gelen Niche'e dayanır. Binalardaki duvar süslemeleri arasında hem işlevsel hem de görsel olarak önemli bir yere sahip olan niş, çok eski zamanlardan beri kullanılagelen bir mimari ögedir.

8 Lento, yapıların açıklık kısımlarında, açıklığın üst bölümüne yatay eksen boyunca yerleştirilip tıpkı bir kiriş gibi davranarak üzerine gelen yükü destek aldığı iki kanada yayan yapı elemanlarına denir. Lentolar basit kirişler olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca lento terimi İngilizcede “lintel” olarak geçmektedir.

2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan Adana Kültür Envanteri ve 2015 yılında hazırlanan Adana site Assessment Visit adlı çalışmada Sis Manastırı’nın içler acısı son durumu tüm açıklığıyla gözler önüne serilir:

“1940'lı yıllarda çekilen fotoğraflar incelendiğinde son 70 yılda çok hızlı bir yıkım yaşandığı görülmektedir. Örneğin 1943'te Krikor Lusavoriç Kilisesi'nin güneyinden çekilen bir fotoğraf, yapının büyük ölçüde ayakta olduğunu gösteriyor.

"1950'lerde, büyük kilisenin nefi ve kuzey şapelinin yerine kısmen bir yeraltı su deposu inşa edildi (Edwards, 1983, 139). Bu depo çevresine yol seviyesine kadar çimento döküldü.

"Manastır çevresinde ve doğusunda çeşitli çam ağaçları görülür. Bu ağaçlar doğal orman örtüleri olmayıp, ağaçlandırma programının bir parçası olarak dikilmiştir (Buyruk, 2011, 168).

"2008 yılında manastırın içindeki çamlık kontrolsüz piknik alanı olarak kullanılmaktaydı ve yapıya büyük zararlar vermiştir (Adana Kültür Envanteri, 2008, 440). Bu koruyu dikmek için terasın batı yarısı yıkılmıştır. Diğer bölümlerde çok sayıda bina inşa edildi. Manastır kompleksinin içinden bir yol geçerken, çevredeki evlerin pek çok bahçesi ve ana duvarı muhtemelen manastırın taşları kullanılarak inşa edilmiştir. Manastır kompleksinin zarar görmesi nedeniyle yerleşimini anlamak zordur.

"Şu anda çevredeki duvarın çok küçük bir bölümü, manastırın kuleleri, çeşme, Krikor Lusavoriç Kilisesi'nin mahzeni ve kuzey, doğu ve batı cephelerinin bir kısmı günümüze kadar ayakta kalmış, çoğu yıkılmış ve bakımsız kalmış durumda. Daha önce de belirtildiği gibi ahşaptan yapılmış patrik konutu ve avukat odasına dair herhangi bir iz yoktur. Kalan taşlar incelendiğinde genellikle çok büyük boyutlardadır ve sadece harçla değil, kırlangıç kuyruğu kelepçelerle birleştirilmiştir. Bu yapım tekniği, Aydınlatıcı Krikor Kilisesi'nin kalan duvarlarında açıkça görülmektedir. Duvarların dış cephesindeki taşlar alt seviyelerde bosaj dokusuna sahipken, üst seviyeleri ince kesme taş, kilisenin iç duvarları ise ince kesme taştandır.

"Şu anda, en orijinal doku Eçmiadzin Şapeli'nde kalmaktadır. Apsis duvarı ve güney duvarları kısmen ayaktadır. Apsis ve nef duvarlarında nadir de olsa alçı ve boya kalıntılarına rastlanmaktadır. Eçmiadzin Şapeli'nin doğusunda, hazine avcıları tarafından kaçak kazılar yapıldıktan sonra bir kript (ölülerin gömüldüğü kilise mahzeni) ortaya çıkarıldı.

"Aydınlatıcı Krikor Kilisesi'nin büyük ölçekli temel taşları, şapelin yıkılmış kuzey duvarının ötesinde görülebilmektedir. Şapelin güney duvarı dışında kalan duvarların taş kaplaması kaldırılmıştır. Apsis duvarında dikey bir çatlak vardır. Taşların yüzeyleri birçok alanda bozulmuştur.”

Adana site Assessment Visit adlı çalışmada konunun uzmanları risk değerlendirmesi ve önerilerini de sıralar:

“Sis Manastırı, Kilikya Ermeni Krallığı'nın önemli bir dönemini ve kültürünü yansıtan eşsiz kalıntılardan oluşmaktadır. Manastır kalıntılarının açık hava müzesi olarak korunması tavsiye edilir. Böylelikle bölgenin geçmişine ait unutulmuş bir kültürel varlık gelecek için korunabilir.

"Şu anda yapının orijinal özellikleri büyük ölçüde ortadan kaldırılmış durumda ve yapı hala korumasız, ihmal edilmiş ve vandalizme açık. Manastır bu etkenler nedeniyle yapısal bütünlüğünü kaybetmiştir.

"Kalan tüm parçalar, stabil olmayan ve deprem yüklerinden korumasız oldukları için acil yapısal müdahale ve koruma gerektirir. Hali hazırda kalan bölümlerin kaybını önlemek için, yapı temizlenmeli ve koruma için güçlendirilmelidir. Ayrıca manastırda detaylı arkeolojik kazı ile yüzey araştırması yapılması gerekmektedir. Koruma çalışmalarından sonra manastırın yerleşim alanını köyden ayırmak için çevrede imar çalışması tamamlanmalı ve alan girişine bilgi panosu yerleştirilmelidir.”

13 Eylül 1915 tarihli Terk Edilmiş Mallar Kanunu ile mülkleri devletin kontrolüne geçse de kimi kaynaklar, manastırın Kurtuluş Savaşı'na kadar ibadete açık olduğunu yazar. 

Ancak 1921'de çıkarılan bir yönetmelikle boşaltılması talep edilen Sis Manastırı ve Kilikya Ermeni Katoligosluğu Kozan’dan Lübnan'a giden Ermeni rahipler tarafından Beyrut'un Antilias bölgesinde yeniden kuruldu. 

28 Nisan 2015'te Ermeni Kilisesi'nin iki ana manevi merkezinden biri olan Lübnan'daki Kilikya Ermeni Katoligosluğu, mülkiyeti Katoligos'ta bulunan Kozan'daki Kilikya Manastırı'nın mülkünün iadesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme sürecinde alan içerisine oyun parkı yapıldı. Türkiye Anayasa Mahkemesi'nin başvuruyu reddetmesinin ardından Katoligos, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurma kararı aldı. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar